DOLAR
32,3697
EURO
35,0071
ALTIN
2.325,73
BIST
9.097,38
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
19°C
KİTAP

ÇUKUROVA’DAN BİR KARAOĞLAN -YENİ HAYAT- Cumali ÇEK

ÇUKUROVA’DAN BİR KARAOĞLAN -YENİ HAYAT- Cumali ÇEK
11.06.2022 20:07
0
A+
A-
Reklamlar

ÇUKUROVA’DAN BİR KARAOĞLAN -YENİ HAYAT- Cumali ÇEK
Hükümet binasının bahçe girişindeki demir kapının sağ tarafına mevzilenmiştim. Çoğunlukla, Eski Hamam tarafından gelen ahaliyi uzaktan takibe alabiliyordum. Yaklaştıklarında da manimi patlatıyordum. Öbür taraftan, binadan çıkarak merdivene adımını atanları ihmal etmiyor, onlara da susamış olabileceklerini hatırlatıyordum. Ne içeride, ne de dışarıda başka su satıcısı görünmüyordu. Sadece, öğleden sonraları aşlamacı Karakayış, sırtındaki güğümü ve elinde çırpıştırdığı göstermelik prinç taslarıyla boy gösterir, fazla oyalanmadan müdavimi olan görevlilere sessizce satışını yaptıktan sonra vakit kaybetmeden ayrılırdı. Abonesi olan müşterilerini bekletmemek için hangi saatte nerede olması gerektiğini önceden hesaplamış olmalıydı…

Ondan başka, “bici bici” ve “karsambaç ” satan Hekimhanlı tablacı Ali de benim satışlarıma mani olacak bir durumda değildi. Daha ilk günden, Dolmacı İbrahim amca ile karşılaşmıştık. Bana, “aferin” çektikten sonra, “hademe Nusret ile konuşayım, sana göz kulak olsun,” demişti. Takip eden gün, Merdiven başında beliren; ince uzun yapılı, hafifçe öne eğilerek yürüyen resmi kıyafetli bir adamın eliyle bana “gel gel” işareti yaptığını görünce, acaba bir hatamı işledim diye işkillendim. “Buyur emmi, bir emrin mi var?” “He var… İbrahim efendinin bahsettiği Postacı nın oğlu sen misin?”
“Anladım. Sen Nusret emmisin. Soğuk su içer misin?”
“İçerim içmesine de, parasız olmaz tamam mı? Önce, şu maniyi oku. Eğer hoşuma giderse, suyunu da içerim.”
Vakit kaybetmeden, Karakayışın yaptığı gibi bardağı çalkalayarak yıkadım. İki bardak suyu içtikten sonra elime beş kuruşu toka etti. “Karaoğlan, ara sıra içeriye de dalsana! Asıl yüreği yananlar orada bekleşip duruyorlar. Kazık gibi, cümle kapısında dikilip durma. Korkma, yerini kimse kapamaz…” diye tavsiyede bulundu. “Bana da su verir misin? Parasını bu gün öderim ama suyu sonra içeceğim,” diyen sesin sahibine dönünce, konuşmalarımıza kulak misafiri olan bir kişinin daha bulunduğunu fark ettim.

Altında gri renkli ve jilet gibi ütülü pantolu, üstünde kısa kollu üstten iki düğmesi iliklenmemiş beyaz gömleği, elinde taneleri küçük, kahverengi tespihi ve sıcak havaya rağmen ayağındaki boyalı siyah ayakkabısıyla, özenle taranmış dalgalı siyah saçları ve bakımlı bıyığı ile asri bir efendi duruyordu. Babamın uyarıları aklıma gelince sustum. Halime bakarak gülümseyince, hafif çekik olan gözleri çizgi haline gelmişti.

Elindeki tespihin, evimizdeki aynanın çerçevesiyle aynı renkte oluşu ayrıca ilgimi çekmişti. “Bülbül gibi ötüyordun ne oldu? Bir şey sordum ama cevap vermedin. Korkudan dilini mi yuttun?” “Yok, korktuğumdan değil de… Şey, içilmeyen suyun parasını alamam.” “Allah, Allah! Neden alamayacakmışsın ki?” “Ben dilenci değilim…” “Peki, bardağın temiz mi?” “Ha… Şimdi mesele anlaşıldı. Gözünün önünde iyice yıkarım, sonra yüreğin alırsa içerisin.” “Peki, öyleyse, haydi ver bakalım, suyun ne kadar soğukmuş, görelim!” Bardağı, ihtimamla yıkarken, “Tamam, kâfi, ibrikteki suyu boşaltacaksın,” diye müdahale etti. Bojitten soğuk suyu doldurarak uzattım. “Essahtan da soğukmuş. Dişlerim dondu,” diyerek ikinci bardağı istemedi. Temizinden yirmi beş kuruşu uzattı.

Üstünü vermeye hazırlanırken, “Sana hayırlı işler. Üstü kalsın. Ara sıra geldiğimde suyundan yine içerim,” diyerek uzaklaştı. İsmini bile öğrenememiştim. Gözüm, bileğine taktığı kahverengi tespihinde kalmıştı. “İleride böyle bir adam olursam, benim de kahverengi bir tespihim olur belki,” diye bakakaldım. Nusret emminin sesiyle kendime geldim. “Karaoğlan, bu adamın kim olduğunu biliyor musun?” “Yok, emmi nereden bileyim. Büyük biri herhalde!” “Yunus Bey, avukattır. Ceyhan ın ileri gelen çiftçi ailelerinden birine mensuptur. Onun asıl zenginliği, kalbindedir, dilindedir. İyilik yapmayı sever. Altı okçuların da önde gelenlerindendir.”
“Avukat ne demek?”
“Sen şimdi beni lafa tutmayı bırak da, içeriye gir. Şöyle bir fırlan bakalım, sulayacak kimleri bulacaksın. Ama sessiz ol, yoksa azar yersin…”
O gün karşılaştığım bu olayı Babama anlattığımda, avukat beyi hemen tanıdı. “Kim olduğunu anladım. Bir daha görürsen, benim oğlum olduğunu söyle. Hatırlı bir insandır,” demişti. O günden sonra, avukat bey ile birkaç kez daha karşılaşmıştık ve her seferinde, yüzündeki gülümsemesiyle bana laf atar, bazen de su içerdi. Kahverengi tespihini, elinden hiç düşürmezdi.
Devamı gelecek… CRT HABER MERKEZİ. İSTANBUL ADAN ZYE

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.