Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
KİTAP

15 Yaşında Bir Dergide Okuduğu Tek Bir Makale, Hayatını Değiştirdi…

15 Yaşında Bir Dergide Okuduğu Tek Bir Makale, Hayatını Değiştirdi…
22.12.2025 21:19
0
A+
A-

Hayata bir dislektik olarak başladım. Bunu bugün bu kadar rahat söyleyebiliyorsam, inanın arkasında Brezilya dahil uzun hayat ve bir yolculuk var.

İlkokul üçüncü sınıfa kadar okuma-yazma bilmiyordum. Matematik benim için neredeyse korkulu bir rüyaydı. O yıllarda yaşadıklarımı, Türkiye şartlarında büyümüş herkes az çok tahmin edebilir. “Disleksi” diye bir kavram yoktu, tanı yoktu, anlayış yoktu. Sadece “isteksiz”, “tembel” ya da “yavaş” denilen bir çocuk vardı.

Ben de herkes gibi çare arıyordum.


Ama 15 yaşındayken bir dergide okuduğum tek bir makale, hayatımın yönünü değiştirdi. O yazı bana şunu gösterdi: Sorun benim zekâm değildi, zaten dislektikler normal ve normal üstü zekaya sahiptiler. Sadece algılamam ve dolayısıyla öğrenme yaklaşımım farklıydı.

O gün fark ettim ki, belki de ilk kez kendimi tanımaya başlamıştım.

Çare ararken, çare olmaya başladım

O günden sonra yolum netleşti. Önce kendimi anlamaya çalıştım, sonra benim gibi olan çocukları. Zamanla şunu fark ettim: Ben yalnız değildim ve yalnız olmadığımı başkalarına da anlatmam gerekiyordu.

Bugün 48 yaşındayım ve yaklaşık 30 yıldır “Bay Disleksi” adıyla çocuklara ve ailelere örnek olmaya çalışıyor ve eğitimler veriyorum. Bu benim için bir unvan değil; bir sorumluluk, bir duruş.

Çocuk Gelişimi, Sosyal Hizmetler ve Ekonomi alanlarında üniversite mezuniyetim var. Yıllarca devlet okullarında özel eğitim öğretmeni olarak çalıştım. O sınıflarda sadece ders anlatmadım; çocukların gözlerinin içine bakarak “yalnız değilsin” demeye çalıştım ve devam ediyorum.

Türkiye’de disleksi üzerine yazılan ilk kitap olan “Dâhilerin Şifresi Disleksi” kitabını da bu yüzden yazdım. Akademik bir dilden daha çok; ailelerin anlayacağı, çocukların kendini bulabileceği bir rehber olsun istedim. Ailelerle birlikte yürümek

Bir süre sonra sadece çocuklara değil, ailelere de destek vermem gerektiğini gördüm. Çünkü çocuk ne yaşıyorsa, anne-baba da onu yaşıyordu


Bu düşünceyle Disleksi Aileleri Derneği’ni kurduk ve kurucu başkanlığını yaptım. Türkiye’de disleksi konusunda farkındalık yaratmak, aileleri yalnız hissettirmemek benim için çok önemliydi. Diğer vakıf ve derneklerde de bilim kurulunda yer aldım.

Bugün Brezilya’da yaşıyor olsam da Disleksi Aileleri derneğimizde onursal başkan olarak görevime devam ediyorum. Türkiye’deki ailelere online eğitimlerle, birebir görüşmelerle destek vermeyi sürdürüyorum. Mesafe değişiyor ama bağ hiç kopmuyor.

Brezilya’ya uzanan yeni bir hayat

Brezilya hikâyem Covid döneminde başladı. Online bir konferans sırasında eşim Dr. Renata Monteiro Er ile tanıştım. Kendisi Brezilya’da sağlık alanında, devlet kademelerinde görev yapan bir eğitmen.

Hayatlarımızı ve mesleki gücümüzü birleştirdik. Ben Brezilya’ya taşındım ve Brezilya vatandaşı oldum.
Burada birlikte Monter Öğrenme Enstitüsü’nü kurduk.Kliniğimizde yüz yüze eğitimler veriyoruz, farklı eyaletlerde konferanslara katılıyoruz. Uluslararası dernekler, vakıflar ve oluşumlarla ortak projeler yürütüyoruz. Ama merkezde hep aynı konu var: disleksi.

Şunu çok net söyleyebilirim:


Disleksi dünyanın her yerinde aynı. Ülke değişiyor, dil değişiyor ama ailelerin yaşadığı duygu hiç değişmiyor.

Yakın zamanda Türkiye’ye gelip seminerler de vereceğiz. Açıkçası bunu Türkiye için daha da sıklaştırmak istiyorum. Brezilya’dan Türklere bakış

Brezilya’da Türklere karşı genel bir sempati var. Osmanlı döneminde Orta Doğu coğrafyasından çok sayıda insan buraya göç ettiği için, “Türk” denince çoğu zaman Arap kültürü akla geliyor.

Yoğurt ve kebap meselesine hiç girmeyeyim. Yunanlılar sanki bizim ürünleri gasp etmiş gibi. Onu da ayrıca savunuyorum zaten.

Brezilyalıların Türkiye’ye dair bir başka algısı ise oldukça eğlenceli:
Sanki Türkiye’de herkes sabahtan akşama kadar samba yapıyor, karnaval kıyafetleriyle geziyor anlayışındalar. Son zamanlarda gezginlerin yaptığı videolar da bunlarda etkili.

Gerçekte ise iki ülke arasında sandığımızdan çok daha fazla benzerlik var. Akdeniz sıcaklığı, insan ilişkilerindeki samimiyet ve hayattan keyif alma anlayışı burada da çok güçlü. O kadar korkulacak bir ülke de değil.

Gelecek hedeflerim

Brezilya’da eğitim alanında yüksek lisans yapmaya hazırlanıyorum. Öğrenmek, gelişmek ve bunu çocuklara, ailelere yansıtmak benim için hiç bitmeyen bir yol.

Kendi çalışmalarımızın yanında önümüzdeki dönemde, özel eğitim alanında çalışan akademisyenlerle birlikte  yeni çalışmalarımız devam edecek. Bu durumu daha da geliştireceğiz. Disleksi ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu her zaman ki gibi odak noktamız olacak.

Birlikte uzun yıllar çalışma onuruna eriştiğim Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun bir sözü var, benim için çok kıymetlidir:
“Bir insanın ulaşabileceği en yüksek mertebe, güvenilir bir insan olmaktır.”

Benim için de her şeyin temeli bu. Ailelerin ve çocukların güveni. Gençlere söylemek istediklerim

Son dönemde Türkiye’de gençlerin yurt dışında yaşama isteği arttı. Benim onlara tavsiyem çok net:

Mutlu olabileceğiniz yerde yaşayın.

Bir yerde kök salabilmek, kendinizi yabancı hissetmemek; bazen maddi kaygılardan bile daha önemlidir. Ben buna şöyle diyorum:

“İnsan çiçek açabileceği yerde olmalıdır.”

Brezilya’yı düşünen gençlere de küçük bir not: Brezilya Portekizcesini öğrenmeden olmaz. İngilizce bilenlerin oranı düşük ve dil oldukça kendine özgü. Ben bu dili sevdim ama herkes için aynı olmayabilir.

Son sözüm şudur

Hayat kimse için kolay değil. Ama özellikle aile ve çevre tarafından anlaşılmadığınızda, yol daha da zorlaşıyor.Dislektikler ve özel eğitim gereksinimi olan bireyler (üstün zekâlılar da dahil) hayata bir basamak geriden başlayabiliyor.

Ben disleksiyle savaşmadım. Onunla dost oldum.30 yıldır bu dostluktan öğrendiklerimi paylaşıyorum.

Dislektik olmak güzeldir.Aileler, çocuklarına güvensin.

Kim olursanız olun, önce kendinizi tanıyın, kendinize emek verin. Sonra başkalarının yoluna bir fener olun. İnanın, hayat böyle çok daha anlamlı ve güzel.

Sözlerimi, kendisi de dislektik olan Albert Einstein’ın cümlesiyle bitirmek isterim:
“Ancak başkaları için yaşanan bir hayat, yaşamaya değer bir hayattır.”

Brezilya’dan sevgilerle,

Bay Disleksi – Furkan Monteiro ER

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.